top of page

Alzheimer, Benlik ve Varoluş: "Şahsiyet" Dizisinin Düşündürdükleri


“Ama er geç ben de unutacağım değil mi? Bütün hatıralarım, yaşadıklarım silinip gidecek. Ben ne olacağım? Telefon numaraları bir şey değil de benim şahsiyetim ne olacak? O da silinip gitmeyecek mi? Nasıl bir adam olduğumu unutacağım. Yaşıyorsun ama yoksun. İnsan nasıl dayanır buna?”





Haluk Bilginer'in 47. Uluslararası Emmy Ödülleri'nde 'en iyi erkek oyuncu' ödülünü almasıyla başarısını taçlandıran ve bugünlerde ikinci sezonu ile izleyicisi ile yeniden buluşan Şahsiyet dizisi ilk olarak 2018 yılında bir internet platformunda yayınlanarak bize Agâh Bey ve Nevra’nın kesişen yollarını anlattı. Bu dram/polisiye dizisinde, İstanbul Beyoğlu’nda yalnız yaşayan altmış beş yaşındaki Agâh isimli emekli adli kâtip memurunun Alzheimer hastalığına yakalandığını öğrendikten sonra bir seri katile neden ve nasıl dönüştüğünü izliyoruz. Cansu Dere’nin canlandırdığı genç bir polis olan Nevra Elmas ile Agâh Bey’in aralarındaki ilişki Agâh Bey’in öldürdüğü kişilerin bedenlerinin üzerine Nevra’ya hitaben bıraktığı notlardan ibaret gibi gözükse de 12 bölümlük bu serinin sonunda aslında geçmişte yaşanan ve bütün bir kasabayı ilgilendiren bir olayın ikisinin arasındaki kaderi çoktan belirlediğini öğreniyoruz.


Yapılan araştırmalara ve deneyimlerimize yakından baktığımızda, yıkıcı bir kaza geçirmek, yaşamı tehdit eden bir hastalığa sahip olmak, hayattaki önemli bir kişiyi kaybetmek gibi olumsuz yaşam olaylarının bizim en derin varoluşsal kaygılarımızı uyandırdığını söylemek yanlış olmaz. Hekimi Alzheimer hastalığı teşhisini paylaşırken son derece kesin açıklamalar yapmasına rağmen Agâh Bey’in hemen teslim olmak yerine hekimine testleri bir daha yaptırmayı önermesinden, hekimi bu teşhis konduktan sonra 20 yıl daha yaşamış hastalarının olduğunu söylediğinde Agâh Bey’in, “Ama er geç ben de unutacağım değil mi? Bütün hatıralarım, yaşadıklarım silinip gidecek. Ben ne olacağım? Telefon numaraları bir şey değil de benim şahsiyetim ne olacak? O da silinip gitmeyecek mi? Nasıl bir adam olduğumu unutacağım. Yaşıyorsun ama yoksun. İnsan nasıl dayanır buna?” sözlerinden ve bir başka sahnede ölen kedisinin mezarının başında, ölmekten çok korktuğunu, dünyada tek kalsa o yalnızlığa bile razı olduğunu ifade etmesinden Agâh Bey’in temel varoluşsal kaygılardan biri olan ölüm kaygısıyla yüz yüze geldiğini ekranın başında kolaylıkla hissedebiliriz.


Peki insan böylesine bir bilgiyle yüz yüze geldiğinde bununla nasıl baş edebilir? Varoluşçu psikolojiye göre, bizler ölümlülüğümüzü hatırladığımızda bununla ya kendi biricikliğimize ve dokunulmazlığımıza inanarak ya da başka bir kurtarıcının varlığına inanarak başa çıkıyoruz. Kimi zaman başarılı olarak, zengin olarak ya da bizden sonra yaşayacak eserler bırakarak özel olma isteğimizi besliyoruz ve bilinç düzeyindeki ölüm kaygımızı hafifletmeye çalışıyoruz. Şahsiyet dizisinin birinci sezonu boyunca bir izleyici olarak Agâh Bey’in yalnız yaşayan kendi halinde bir adamdan aldığı teşhisten sonra nasıl bir seri katile dönüştüğünü anlamaya çalışırken aslında işlediği cinayetler sayesinde özel olduğunu, kontrolü elinde tuttuğunu ve başarılı hissetmeye başladığını görüyoruz. Kendi adaletini dağıtırken ortaya çıkan yıkıcı yanlarının en uç hallerini gördüğümüz bu adamın ölüm kaygısıyla nasıl başa çıkma yolları yarattığına da eşlik ediyoruz.


“Ömür boyu unutmak... Unuttuğunu bile unutmak... E tabii ya, ben her şeyi unutacağım. Hiçbir şey hatırlamayacağım ki.”

Kusursuz olmayan hayatlarımızda, sevdiklerimiz ya da kendimiz ile ilgili böylesine tehdit edici bir bilgiyi kiminle ve nasıl paylaşsak kendimizi tamamen anlaşılmış ve duyulmuş hissedebileceğimizi gözlerimizi kapatıp bir an olsun düşünelim. Böyle bir anı hayal edebildiniz mi? Cevabınız hayır ise bu aslında oldukça anlaşılır. Varoluşumuz gereği diğer insanlarla aramızdaki bağı hissetme ihtiyacımıza karşın gerçekteki deneyimlerimizi asla tam olarak paylaşamayacağımızı fark etmek öznelliğimizi fark etmemizin adımlarından biridir. Agâh Bey’in hastalığını öğrendiğinde hekiminin bakımında rol oynaması için kızıyla görüşme isteklerini tüm ısrarlarına rağmen çeşitli bahanelerle geri çevirmesine ve hem kızının hem yakın arkadaşı olduğunu anladığımız Mümtaz Bey’in hastalığını öğrenmesini engellemesine rağmen zaten öldüreceği (Nazif Bey) ya da konuşmayan birine (Feza Hanım) kendini açması bize Agâh Bey’in yaşadığı deneyimin asla paylaşılamayacağını hissettiğini düşündürebilir. Belki de Agâh Bey kontrol edemediğimiz durumlarda en azından kontrolü bir miktar hissedebilmenin içimizdeki önemine dair de bize sinyaller yolladığı yorumu yapılabilir. Alzheimer gibi kontrol edilemeyen bir hastalık tanısı alan Agâh Bey’in hikayesi, kendi seçimlerimiz üzerindeki sorumluluğumuz ve davranışlarımızı kısıtlayan dışsal güçlere karşın özgür irademizi kullanma arzumuz ile ortaya çıkan özgürlük kaygımız hakkında düşünmek için de bize fırsat verdiği söylenebilir. Agâh Bey Alzheimer hastalığı teşhisi aldıktan sonra arkadaşıyla gittiği tango gecesinde kendisine alkol alması önerildiğinde, diğer insanlara bakıp onların nasıl da sarhoş olacaklarını ve rezillikler yapıp ertesi gün pişman olacaklarını söylüyor. Ancak sonrasında “Ömür boyu unutmak... Unuttuğunu bile unutmak... E tabii ya, ben her şeyi unutacağım. Hiçbir şey hatırlamayacağım ki.” diyerek her şeyi unutacağını, yani özgürleşeceğini fark ettiği anda, arzuladıklarıyla pişmanlık yaşayacakları arasındaki geriliminin ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Belki de Agâh Bey’in kendi kendine dans ettiği bu bölümde arka fonda Tom Jones’a ait Not Responsible şarkısı çalarken ileride işleyeceği cinayetlerin sorumluluğunun da şahsiyeti gibi silineceğini umduğu çıkarımını yapabiliriz.

Şahsiyet dizisinin ilk sahnelerinde sabaha karşı beş buçukta uyanan, öz bakımı oldukça düşük, buzdolabında kalmış bayat tost ile beslenen, aynaya bakarak kendi kendine “Zavallı Agâh” diyen hayatın anlamını yitirmiş bir Agâh Bey ile Reyhan’ın intikamını almak için cinayetlerini işlemeye karar verdikten sonraki sabah mutlu kalkıp kendine bir defter alan ve dağınık dairesini toplayan Agâh Bey’in kalan ömrü için yeni bir anlam bulduktan sonra deneyimlediği canlılık arasındaki fark bizi düşündürebilir. İnsan olmanın doğası gereği tek gerçekliğin ölüm olduğu, deneyimlerimizi hiçbir zaman tam olarak başkalarıyla paylaşamadığımız ve dışsal etkenlerin seçimlerimizi etkileyebildiği bir dünyada, yaşamımızın anlamını bulma kaygısını hissetmemizden daha anlaşılır ne vardır?

 

*Ayrıntılı metin için şu kaynak incelenebilir: Kaynak, H., & Nazlıgül, M. D. (2019). Alzheimer Hastalığına Bilişsel Süreçler ve Klinik Çerçeveden Bakış: Şahsiyet Dizisinin Kritik İncelemesi. AYNA Klinik Psikoloji Dergisi, 6(2), 204-222.

71 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page