top of page

"Sevgi" 3. Bölüm: Özgürleşme

Bir önceki yazıda Olgun Sevgiyi betimleyebilmek için hipotetik bileşenlerine ayırmayı denemiş, olgun sevgiyi bir son durum olarak değil bir oluşma süreci olarak tanımlamıştık. Dolayısıyla olgun sevmeyi becerebilmek için önce olgunlaşmayı becerebilmenin gerektiğini tartışmıştık. Bugün olgunlaşma serüvenin önündeki en çetin meydan okuyucuyu ele almaya çalışacağım: "Özgürleşme".


Olgunluk bir Özgürlük meselesidir.

sevgi olgun immature özgürlük bağımsızlık serbestlik otonom kendine yeterli

Ben "olgun" dediğim şeyde, bir insanın "özgürlük" (freedom), daha doğrusu "özgürleşme", hatta "kendileşme" derecesini görüyorum. Bu üçünün aynı şey olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle günlük kullanımdan farklı anlamda kullanıyorum. Mesela bir kişi "ben özgür bir insanım" dediğinde ne kastetmektedir? Psikoloji açısından o kişi özgür müdür? Örneğin; psikoloji alanında otorite kabul edilen en tanınmış isimlerden Freud'a göre o insan özgür mözgür değildir. Ben ona hem katılıyorum, hem de katılmıyorum. Bu yazı katılmadığım kısmı için yazılıyor.


Bu yazıda "özgürlük" kelimesinin eş anlamlılarını tartışarak özgürlüğün ne olduğu ve ne olmadığı hakkında meseleye biraz hacim katmaya çalışacağım. Bu ayrımlara dil bilimsel itirazlar edilebilir, ama ben bu ayrıştırmaları düşünme egzersizimizi kolaylaştırsın diye kullanacağım. Ayrıca belki katkısı olur umuduyla kullandığım kavramların İngilizce karşılıklarını da yanına yazacağım. Çünkü psikolojideki pek çok kavram İngilizce'den gelir ve nüaslar çok şeyi yanlış anlamamıza neden olabilir.


1. Serbestlik


Öncelikle işe sapla samanı birbirinden ayırarak başlayalım. Bana göre "özgürlük" ile "serbestlik / hürriyet" (free / unrestraint / liberty)* aynı şey değildir. İnsanlar özgürlük kelimesiyle genelde serbest olmayı, bir kişinin dışsal unsurlarla kısıtlanmamış olmasını, tutsak, esir ya da köle olmadığını ve istediği şeyi yapabilmekte serbest olduğunu kastederler. İyi ama bir kişinin bu şekilde "serbest" olması onun "özgür" olduğu anlamına gelir mi? Küçük bir çocuğu serbest bıraktığımızda o özgür mü olur?


İnsanların çoğu serbest olduklarında bile, hala kendi içsel ihtiyaç, duygu ve düşünce kalıpları tarafından yönetilirler. Dışsal etkenlerden serbestlik ile içsel etkenlerden özgürlük farklı şeylerdir. Çoğu insan serbest kaldıklarında yetersizlik, yalnızlık, kimsesizlik, anlamsızlık, boşluk, kaybolmuşluk, can sıkıntısı, bir ötekine ihtiyaç duyma ve büyülü ötekini özleme gibi duygular yaşarlar. Bazı insanlar hapishanede özgür olabilirken, bazıları tamamen serbest iken tutsak olabilir. Bu ayrım, Fromm'u daha doğru anlamamızı kolaylaştırabilir.

"Çoğu insan özgürlüğü korkutucu ve belirsiz bulur, bu yüzden sıklıkla kendi özgürlüklerini bırakmak ve bir otoriteye teslim olmak isterler." Erich Fromm

Fromm, henüz yeteri kadar beceri geliştirmemiş, yani özgürleşememiş insan için serbest kalmanın ne kadar korkutucu olduğunu uzun uzun anlatır "Özgürlükten Kaçış" kitabında.


2. Bağımsızlık


Özgürlük ve serbestlik arasındaki ayrıma bir üçüncü ayrıntıyı eklediğimizde anlam daha da genişleyecektir, o da "bağımsızlık" (independency) kavramı. Özgürlük serbestlikten çok bağımsızlıkla ilişkili gelir bana. Bağımsızlık; varkalabilmek ve varolabilmek için "bir" ötekinin varlığına mecbur olmamak demektir. Bunun tersi her zaman "bağımlılık" durumudur. Bir çocuğu serbest bıraktığımızda henüz başkası tarafından bakılmaya mecbur olduğu için özgür olması mümkün değildir. Peki biz yetişkinler serbest kaldığımızda özgür müyüz acaba? Kim bilir biz de nelere ve kimlere mecburuzdur? Henüz bağımsızlaşmadan serbest kaldığımızda nasıl da başkalarının kuklası olmaya meyilli hale geliriz, değil mi? Ben bu kişilere "serbest bağımlılar" diyorum. Bence toplum, devlet, eğitim, kapital elbirliğiyle insanları serbest ama bağımlı bir nesne haline dönüştürmeye çalışırlar. Orwell'ın 1984 romanındaki Büyük Birader'in o ünlü sloganına zemin hazırlayan da bu içi boşaltılmış "özgürlük" kavramı değil midir? (Google çevirmene çevirtirsiniz, İngilizce'sinin vurgusunu bozmaya kıyamadım.)

“War is peace. Freedom is slavery. Ignorance is strength.” George Orwell, 1984

3. Kendine Yeterlik


Özgürlük, serbeslik ve bağımsızlık kavramlarına şimdi de bir dördüncüyü eklemek zorundayız; "kendine yeterlik" (self-sufficiency / self-efficiency). Bir insanın bağımsız olabilmesi, kendi varkalımını ve varlığının anlamını başka birine bağımlı kalmadan oluşturabilecek becerileri geliştirmiş olması ile mümkündür. Bu kendi kendine yeterli oluş becerisi, benim zihnimdeki özgürlüğü daha mümkün kılan en önemli kavramdır. Kendine yeterlik kavramı büyüme, gelişme olgusunu da kendi içinde taşır. Kendine yeterli olmak katman katman yeterlilikler hiyerarşi olarak üst üste yığılan bir beceriler setidir. Kendine yeterlik becerilerinin en altında hayatını sürdürmek için gerekli olan fiziksel /davranışsal beceriler, en üstünde ise hayata kendi anlamını verebilmek gibi daha soyut / yaratıcı beceriler bulunur. Tüm yeterlilik basamakları içinde insanın yeterlilik kazanmakta en zorlandığı konu, kendini gerçekleme-özgürleşme becerisidir (Maslow ustanın ellerinden öperim). Her beceri meselesi gibi bunlar da sadece deneyimle, deneyimlemelerle ve uygulamalarla gelişebilir. Aynen bir kas geliştirmek gibi. Belki başka bir yazıda kendine yeterlilik geliştiren deneyimlemeler ile hiçbir gelişim kazandırmayan boş deneyimlemeler konusunda biraz yazar, düşünürüz.


4. Otonomi


Peki bir başkasına mecbur olmadan, kendine yeterli olmak ve bağımsız hissetmek, özgür olmak için yeterli midir? Bence hala değildir, ama buna son bir şey eklediğimizde özgürlük daha mümkün hale gelecektir: "Otonomi" (autonomy). Herkes bir başkasına gerek olmadan binlerce şey yapabilir. Kendi evini kurmak, kendi parasını kazanmak, kendi başına seyahat etmek, kendi günlük ihtiyaçlarını karşılamak vb gibi. Ama belli bazı konulara gelindiğinde kendine kendine yetememeler başlar. Tek başına yeni insanlarla tanışmak, tek başına yeni bir grubun içine girmek, tek başına eğlenebilmek, tek başına hayatı keşfe çıkmak, tek başına anlam yaratacak ilgi ve meraklar geliştirmek, mutlu olabileceğin bir hayat inşa etmek, tek başına hayata kucak açmak, bunlar kendine yeterlilikte zorlayıcı konulardır... Winnicott "tek başına kalabilme kapasitesinin olgunluğun en önemli özelliği olduğunu" söylemişti. Ve kesinlikle Osho'yu da yabana atamayız.

"Sadece, yalnız kalabilme yetisine sahip insanlar sevebilir. ........ Diğerini sahiplenmeden, ona muhtaç olmadan, diğerini bir eşyaya indirgemeden ve diğerine bağımlı olmadan." Osho

5. Otantik ilgi


Otonomi, kendine kendine yeterli olmaya dair beceriler kadar, hayata ve diğer insanlara kendiliğinden bir içsel ilgi duymaya da bağlıdır. Bununla anlatmak istediğim, kişinin hayata yönelik kendi orijinal "ilgi, merak, keşif, yaratıcılık" kapasitesi ve zenginliğidir. Diğer bir ifadeyle otantik ilgi; kendi kendine motive olabilmek, kendi kendine merak edebilmek, dünyaya ve insanlara yönelik ilgi ve alaka hissedebilmek, kendi kendine ilham duyabilmek, kendi yaratıcılığını kullanarak hayatını renklendirebilmek, hayatta anlam yaratacak yaşam enerjisine ya da dürtüsüne sahip olmak demektir. Doğduğumuz ilk yıllarda bundan içimizde bol bol bulunmaktadır. Freud buna "eros", Jung buna "yaşam dürtüsü", Adler "ilgi", Rogers "gerçekleşme eğilimi" ismini vermiştir. Oyun oynama bu ilginin bir yansımasıydır. Ta ki kültür, eğitim ve öğretim bunun üzerine beton dökünceye kadar. Yaş ilerledikçe o hayatdolu çocuklar, giderek merak ve ilgilerini kaybetmeye başlar, giderek kendi başlarına eğlenmeyi ve kendileriyle iyi vakit geçirmeyi hatırlayamaz hale gelirler. Ruhlarının (psikhe / ψῡ́χω) bu kasları gelişmeyi bırakmış, cılız kalmış gibidir sanki. yetişkinliğe gelindiğinde çoğunlukla insanlar hayat denen bu kocaman varlıkla, insanlar denen bu kocaman yığınla ne yapacaklarını bilemezler. Giderek hayatı merak etmeyi unuturlar ve hiç bir şey ilgilerini çekmemeye başlar. Kendi kendileriyleyken sıkılırlar, diğerlerini yabancı ve itici algılamaya başlarlar. Çaresizce hobi bulmaya çalışırlar, ama ilgisi olmayanın hobisi de olmaz. Unutmamak gerekir, çocukken hobimiz mobimiz yoktu, bitmek bilmeyen ilgimiz ve merakımız vardı. Nerde o şimdi?

"Eğer tek başınıza kaldığınızda kendinizi yalnız hissediyorsanız, demek ki kendinize kötü bir arkadaş seçmişsiniz." Sartre

6. Kendini Belirlemek


Bu son noktada bütün bu kavramlara son ve çok sevdiğim bir kavram daha ekleyeceğim; "kendini belirlemek" (self-determination). Serbestlik, bağımsızlık, kendine yeterlik, otonomi, ilgi ve bütün bunlara sahip insanın "kendini belirleme" gücü, aradığım özgürlük tanımının dayandığı temel katmanlar bunlar işte. Sadece özgür insan dış faktörlerin ve iç süreçlerin onu belirlemesinden kurtulabilir. Ancak bu aşamada insan gerçek anlamıyla sadece kendi kendini belirler. Bir bakıma gerçek anlamıyla özgür iradeden ancak bu noktada söz edebiliriz. Ve yine ancak bu aşamada kişinin gerçek kendiliğinden bahsedebiliriz.

"Biz kendimizin hem ejderhası hem de kahramanıyız. Kendimizi kendimizden kurtarmak zorundayız." Tom Robbins

Freud ego'nun özgür iradeye ulaşmasıyla ilgili bir şeyler söylemiş midir, o kadar iyi bilmiyorum. Ama onun genel insan görüşüne göre insan geçmişin belirlenimi (determination of past history) altındadır. İnsan bilinçaltında saklanan kişisel geçmiş, duygu ve ihtiyaç kalıplarının belirlediği bir canlıdır. Kişi bu kalıpların istettiği şeyleri ister, ihtiyaç duydurttuğu şeylere ihtiyaç duyar, sonra da ben özgürüm der. Bu nedenle Freud'a göre özgürlük sadece zihnin bir ilüzyonudur. İnsan rasyonel bir varlık değildir, sadece bilinçdışı itkilerine becerikli bir rasyonelleştirmeyle örten zeki bir varlıktır. Oysa Allport konuya bir ayırt edici ekler; "olgunlaşma". İşte kurtuluş tam da burada Allport'a göre. Allport olgunlaşmamış kişiler için Freud'un dediğine katılır. Fakat buna karşın "olgunlaşmış" kişilerin işlevsel olarak özerk, yeni ve bilinçli güdülenmelere sahip olduklarını, dolayısıyla özgür irade sergileyebildiklerini öne sürer. Yani Allport'a göre özgürlük mümkündür, ama olgunlaşmaya bağlıdır. Olgunlaşma olmadan özgürlük mümkün değildir, olsa olsa buna serbestlik denebilir. Allport gibi düşünen pek çok varoluşçuya ben de katılmaktayım.


7. Kendi Olmak


Kendini belirleyebilecek kadar geçmiş kalıplardan (dinamiklerden) özgürleşmiş bir insan sonunda özgürlüğü deneyimlemeye başlayacaktır. Bu aynı zamanda "kişi en sonunda kendi olabilecektir" anlamına da gelmez mi? Psikologları ne kadar heyecanlandıran ve aynı zamanda tanımlamaya çalışırken ne kadar yoran bir kavram değil mi bu "kendileşme" (individuation, Jung)? En sonunda bir insanın aslında her ne ise o olması, "gerçek benlik" (real self, Rogers). Kendi özüne (authentic self, Horney) geri dönebilecek kadar geçmişin bir ürünü olan şu anki kendinden kurtulması. Tamamen kendi kendini belirleyen bir işlevselliğe ulaşması (full functioning person, Rogers). Hangi aşamada kaybettik kendimiz olmayı? Hangi aşamada olmamız için verilen o şekil olmaya başladık? Çocuklara verilen eğitimin ismi ne cürretle "formal eğitim" oldu? O çocuğa o "formu" vermeye kim karar verdi? Ve o çocuğun kendi formunu alma hakkı ne aşamada elinden alındı?

"Birinin gelip senin içinde yüzmesine, senin içine yerleşmesine, senin içine alçı dökmesine izin veriyorsun ve sen hala kendin olmak istiyorsun" Henry Michaux

Öyleyse özgürlük; bir insanın bağımsız, kendine yeterli, otonom, kendi kendini belirleyen ve kendileşen bir süreçte olması ile ortaya çıkan bir oluşma halidir diyebiliriz. Bu anlamıyla toplumdaki yetişkinlerin, hatta yaşlıların çoğunluğu henüz özgür değildirler, sadece serbesttirler. Yetişkindirler ama ya bağımsız değillerdir, ya zihnindeki kurallara tabidirler, ya kendi kendileriyle ne yapacaklarını bilmiyorlardır, ya otonom değillerdir, ya da kendi bilinçaltındaki ihtiyaç paketleri onları kontrol ediyordur. Bir anlamda kendilerinin olgunlaşmasına yine kendileri izin vermemektedir. Böylece "olgunlaşmamış yetişkinlerle" dolar dünya ya da "yetişkin ergenlerle".


8. Hepbirliktelik / Kapsayıcılık


Bu noktada çok önemli bir ayrıştırma yapmamız gerekir. Yukarıda sözü edilen "kendi başınalık / tekillik" (aloneness / singularity / on your own) çoğu insanın kafasını karıştırır. Özgürlük hep ötekilerden uzaklaşmak ve yalnız kalmak olarak anlaşılır. Çoğu insan neden olgun olabilmek ve olgun sevgi hissedebilmek için tek başına kalmam gerekiyor? diye isyan eder. Hemen belirteyim, burada bahsettiğim kendi başınalık veya tek başınalık, bir sosyal "yalnızlık" (loneliness), kimsesizlik (desolation), öksüz-yetimlik (orphanage), sosyal yalıtılmışlık (social isolation) ya da münzevilik (solitary) değildir. Yani kimse size "kimsesiz kalın", "yalnız yaşayın" dememektedir, sadece "tek başınıza yapabilin" demektedir.

Olgunlaşma ve özgürleşme yalnızlaştırmaz, tam tersini yapar, bağlantılılaştırır.

İşte bu tek başına kalabilmenin sağladığı özgürlüğün kaçınılmaz bir sonucu olacaktır; o da hepbirliktelik motivasyonun artmasıdır. İnsan olgunlaştıkça, özgürleştikçe, otonom olmaya başladıkça diğer insanların da özgür ve otonom olmasına ilgi duyar ve onların özgürlüklerini önemser. İnsanlar bu nedenle tek başına yapabilen, özgür ve bağımsız kişileri daha çekici bulurlar. Hep romantik olarak hem de insan olarak. Çünkü o kişi o kadar olduğu gibidir, o kadar senden hiçbir beklentisi yoktur ki, onun yanındayken sen de kendin gibi hissetmeye ve kendin olmaya başlarsın. İnsan özgürleştikçe ilişkilenme, sosyal bağlantılanma, ağlanma miktarları artar. Bir çeşit kendini genişletmektir (self-enhancement) bu. Yani yalnızlaşmanın ve münzeviliğin tam tersi olur sen olgunlaştıkça.


Unutmamak gerekir ki, herkesin kendi olmasına saygı ve katkı sunarak hepbirliktelik (togetherness), emsalsizliğiyle her insanı kapsayıcı olmak (inclusiveness), diğer insanlarla bir bütün olabilmek (wholeness), bireysel özgürleşmeyi ve kendi olmalığı gerçekleştirebilmemize bağlıdır. Özgürleşmemiş insanlardan hepbirliktelik çıkmaz, sadece toplum (society) ve cemaat (community) çıkar. Bu nedenle bence "özgür toplum" diye bir şeyden bahsedemeyiz, "özgür hepbirliktelik" diye bir şeyden bahsebiliriz. Alain Badiou "Gerçek Yaşam" kitabında benden çok daha iyi anlatır hepsini.

"Sevgi yalnız belli bir insana bağlılık değildir; bir tutumdur; kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır. Kişi yalnız bir tek insanı seviyor, başka her şeye karşı ilgisiz kalıyorsa, sevgisi sevgi değil, birlikte -yaşamaya bağlılık ya da yaygınlaştırılmış bir bencilliktir." Fromm

Sonuç


Özgürlük ve özgürleşme sosyal, tarihsel, antropolojik, felsefi ve dinsel pek çok boyuttan, çok daha kapsamlı ele alınabilir elbette. Hatta farklı bir psikolog daha farklı bir paradigma öne sürebilir. Ben de daha şimdiden pek çok şey daha eklemek-çıkarmak istiyorum bu yazıya. Ama başta da dediğim gibi hele ben bir zihnimdekini dökeyim de, sonrasına bakarız. Hayatım boyunca sevme-özgürleşme- olgunlaşma-kendileşme benim ana meselem olmuştur.


Hayatı ve kendini sevmeyi öğrenememiş, hayatı ve kendini merak etmeyen, hayatla ve kendiyle iyi ilişki kuramamış birinin, kalkıp bir insanı sevmeye odaklanması hep çok tehlikeli gelmiştir bana. Bu nedenle kendimizin olgunlaşmış, özgürleşmiş ve daha da kendi olmuş halini merak etmeliyiz. Bunu kendim için istemeliyim. O benim kendime ve diğer insanlara en iyi gelecek halim.

Sonuçta, olgunlaşma için gerekli olan özgürleşme ve özgürleşmek için gerekli olan olgunlaşma etkileşiminin altını çizerek konuyu sonlandıralım. Olgunlaşmanın, çocukluktan kalan "ihtiyaç, duygu, düşünce kalıplarından" özgürleşmekle mümkün olduğunu hatırlatarak, gelecek yazımda bunlara kendimce kafa yormaya çalışacağımı bildireyim. Ama söz de vermeyeyim. Buraya kadar sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim.


Not:

*İngilizcede özgürlük ile serbestlik kavramlarını farklı kelimelerle birbirinden ayırmak mümkün, ama yaygın değil anladığım kadarıyla. Bu ayırım için Türkçe daha avantajlı. Ne de olsa "özgür" - Uygurca (ozgurmak, salıvermek), "serbest" - Farsça (sar-baste, başı örtülü), "hür" - Aramca (hōr/ hawr, beyaz) ve Arapça (hurr, efendi) gibi kelime zenginliğine sahip. Bu aynı anlama gelen farklı kelimeler tüm dillerde hep azat edilen köle ya da köle olmayan insan anlamında kullanılmış. Serbest yani sar-baste, baş örtüsü demekmiş ve kadın ya da erkek başını örten insanın köle olmadığı anlamına gelirmiş. Böylece köle ile efendiyi, yani özgürü ayırt ederlermiş. Hōr/ hawr Aramca'da beyaz anlamına gelirmiş ve sadece köle olmayan efendilerin beyaz renk kumaş giymesi nedeniyle beyaz giysililer, yani efendiler, yani köle olmayan özgürler için kullanılırmış. Anladığım kadarıyla o devirlerde köle olmamak özgür olmak için yeterliymiş. Oysa çağımızda köle kalmamasına rağmen bence özgür kimse de yok.



331 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page