Bireyin geçmişte yaşadığı olayları, duygu ve düşüncelerini değiştirmeye çalışmadan oldukları gibi kabul etmesi, anda olması, kendisi ile sahip olduğu düşünceler arasına mesafe koyabilmesi ve değerler belirleyip bu doğrultuda bir yaşam inşa etmesidir psikolojik esneklik.
Günlük hayatımızda hepimiz birçok zorlukla karşılaşıyoruz. Karşımıza çıkan bu zorluklar kaygı hissetmemize neden olabiliyor. Mezun olabilecek miyim, iş bulabilecek miyim? İş değiştirebilecek miyim? Ya başarısız olursam? İlişkim ne olacak? Ya beni terk ederse, ben ne yapacağım?... bu ve bu gibi çeşitli düşünceler bizi kaygılandırabilir. İşler yolunda gitmediğinde kaygılanabiliriz hatta bazen işler yolunda gitse bile kaygılanırız.
Psikoterapi sürecine başlayan kişiler bazen ilk görüşmelerde “bu kaygı duygusuna son vermek istiyorum, artık kaygılı biri olmak istemiyorum” derler. Kaygılı hissetmek her ne kadar çok zor olsa da, günlük hayatı bize dar etse de kaygı son derece hayati bir duygudur. Kaygı duygusuna son vermek mümkün değildir ve iyi ki de değildir. Çünkü aslında kaygı hayatta kalmamızı sağlayan bir alarm sistemidir.
Kaygı basit bir alarm sistemidir…
Karşıdan karşıya geçerken hem sağa hem sola bakıp, yolu kontrol edip karşıya geçiyorsak bu kaygı duymamız sayesinde. Kaygıyı bir yangın alarmı gibi düşünün. Yangın çıktığında bu alarm öterse biz harekete geçeriz. Yangın tüpünün yerini ararız ya da ortamdan çıkmaya çalışırız. Yani alarm sisteminin doğru zamanda işlemesi hayatımızı kurtarır. Peki ya bu alarm ben sigara yaktığımda ötmeye başlıyorsa? Ya da ekmek kızartıyorum diye devreye giriyorsa? İşte o zaman bu alarm sistemi doğru düzgün çalışmıyor demektir ve bizim hayatımızı zorlaştıran da aslında budur; kaygı duygusunun kendisi değil. Bu nedenle amacımız kaygı duygusuna son vermek değildir çünkü bu duyguya ihtiyacımız var. Ancak alarm sisteminin doğru düzgün çalışmasına da ihtiyacımız var. İşte bu alarm sisteminin düzgün işlemesi için edinebileceğimiz becerilerden biri psikolojik esnekliktir.
Nedir bu psikolojik esneklik?
- Bireyin geçmişte yaşadığı olayları, duygu ve düşüncelerini değiştirmeye çalışmadan oldukları gibi kabul etmesi
- Anda olması
- Kendisi ile sahip olduğu düşünceler arasına mesafe koyabilmesi
- Değerler belirleyip bu doğrultuda bir yaşam inşa etmesi
psikolojik esneklik olarak tanımlanabilir.
Kendi psikolojik esnekliğimizi geliştirmek için neler yapabiliriz?
1. Kabul etmek
Şimdi burada yazılı kabul kelimesini görünce bile “ay yeter” diyebilirsiniz. “Her şeyi kabul edin, anı yaşayın, şimdi ve burada olun” gibi ezberleri görünce ben diyorum mesela. Son dönemde o kadar çok duyduk ve içi o kadar boşaltıldı ki bu kavramların artık ne duymaya ne görmeye tahammülümüz kalmadı. Kabul pasif bir kavram gibi anlatılıyor. Ama aslında öyle değil. Kabul aslında bir eylemdir. İyi ya da kötü her ne oluyorsa, yaşanan şeylerin varlığına müsaade etme eylemidir.
Bazen kötü şeyler yaşarız ve değiştiremeyiz, elden bir şey gelmez. Acıyı azaltmak için yaptığımız her şey acımızı daha da arttırır. Bataklıkta çırpınmak gibi. Çırpındıkça batarız. Demek ki çırpınmayı bırakıp başka bir şey denemeliyiz.
Havuzda istemediğimiz o top…
Hiç havuzda top batırmaya çalıştınız mı? Ellerinizle bastırırsınız, üstüne çıkarsınız ama siz çekildiğiniz anda top yine su yüzeyine çıkar. Çıkmaması için sürekli çaba gerekir ve bu çok yorucudur. Bir yandan bunu yaparken rahat yüzemeyiz, ellerimiz serbest değildir rahat hareket edemeyiz. İşte gelmesini istemediğimiz bazı düşünceler ve canımızı yakan bazı duyguları da o top gibi itiyoruz ama çoğunlukla gitmiyorlar.
Peki topa hiç dokunmazsak ne olur? Top yüzeyde kalır ve bu muhtemelen istediğimiz bir şey değildir ancak bir süre onun öyle durmasına izin verirsek top havuzun diğer tarafına doğru hareket edebilir, uzaklaşabilir. Yine de bundan rahatsız olabiliriz, havuz küçük olabilir o hala çok yakınımızdadır ancak en azından ellerimiz serbest kalır. Rahatça yüzebiliriz. Belki yüzmeye dalıp topun varlığını bile unutabiliriz. Unutmasak bile onun varlığı bizi eskisi kadar rahatsız etmeyebilir.
Kabul o topu yani o istenmeyen duygu ve düşünceleri sevmek demek değildir, artık orada var olmalarını istemek demek değildir. Boyun eğmek ya da teslim olmak hiç değildir. Yalnızca varlıklarına izin vermektir ve bunu yaparken kişinin aktif bir rolü vardır, ne yaptığının ve neden yaptığının farkındadır. Bazen bir şeyleri o anda değiştirmek mümkün olmaz. Bunu anlatan çok güzel bir söz var: “Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için sabır, değiştirebileceklerim için cesaret, ikisini birbirinden ayırabilmek için de akıl ver.”
2. Anda Olma
Bir diğer içi boşaltılan kavram da bu: “anda olmak”. Bir şeyi sürekli tekrarlayınca o kelime her ne ise anlamını kaybediyor an’da kalmaya olan da bu. Ancak anlamını kaybetse dahi geçmişin prangalarından ve geleceğin belirsizliğinden kurtulup şu an ne olduğunun farkına varmaya ihtiyacımız var.
Şimdinin farkına varınca ne olacak? Ne olmayacağını hemen söyleyeyim mistik bir şeyler olmayacak. Bir aydınlanma falan gelmeyecek. Çoğu kişi an’da kalma deyince böyle bir şey bekliyor. Sanki tam bir huzur hali, zihin bomboş olmalı. O an akla bir şey gelmemeli, her şey fark edilmeli, dikkat hiç dağılmamalı… Bence böyle bir şey mümkün değil.
Aklımızdan her an her şey geçebilir. Ben odaklanmış bu yazıyı yazarken bir yandan düşüncelerimi toparlarken bir yandan yazı bitince ne yiyeceğimi düşünebilirim. İstesem de istemesem de bu düşünce zihnime girebilir. Bunu kontrol edemem. Meditasyon anında da kişiler akıllarına başka bir şey geldiklerinde meditasyonun bozulduğunu, an’dan koptuklarını düşünebiliyor. Bu nedenle de meditasyonun kendilerine uyan bir şey olmadığını ya da meditasyon yapmada başarısız olduklarını düşünüp kendilerini yetersiz, başarısız hissedebiliyorlar. Halbuki ben aklıma başka bir şeyin geldiğini fark ediyorsam an’dayımdır. O düşünce de o an’a ait bir düşünce. Dolayısıyla bozulan, olmayan, yapılamayan bir şey söz konusu değil. Sadece meditasyondan ya da an’da kalmaktan beklentilerimiz fazla. Meditasyon yaparken, zihnimi boşaltmaya çalışırken aklıma alakalı alakasız birçok şey gelebilir ve ben o gelenleri fark ettiğim her an zaten şimdi ve buradayımdır. Zihnime gelen alakasız düşünceleri fark ettikten sonra kendimi tekrar nefesime odaklayabilir ve bunu her gelen alakasız düşüncede tekrarlayabilirim. Zaten bu yaptıkça geliştirebileceğimiz bir beceridir.
Deneye deneye, yapa yapa anda olma bilinci geliştiririz
Anda olma da kabul gibi aktif rol almamız gereken ancak çabayla öğrenebileceğimiz bir hal. Bunun için kısa süreli egzersizler yapabiliriz. Mesela bize şimdiyi hatırlatacak bir nesne seçebiliriz. Bu oturma odamızdaki bir vazo, mum ya da elimizdeki bir yüzük olabilir. Bu nesneyi gördüğümüzde geçmiş ya da gelecekle ilgili düşüncelerden sıyrılıp şu ana odaklanmayı hatırlayabiliriz. Dişlerimizi fırçalarken, bulaşık yıkarken ya da sebze doğrarken kısa süreli anda olma egzersizleri yapabiliriz. Bir öğünde yemek yerken bir bölüm dizi açmak yerine yalnızca yemeğimize odaklanabiliriz. Yürürken adımlarımızı fark etmeye, yere sert mi hafif mi bastığımızı, ayağımızın içine mi yoksa dışına mı bastığımızı anlamaya çalışabiliriz. Yürürken kulaklığı çıkarıp bir süre öylece dikkatle yürümek bile yapabileceğiz şeylerden biri. Öyle saatlerce lotus pozisyonunda oturup şimdiye odaklanmak şart değil yani anda kalmak için. Yapabiliyorsak, sevdiğimiz şey buysa elbette bunu da yapabiliriz. Ancak bu bize uymuyorsa da kendimize uyan bir sürü şey bulabiliriz, en azından deneyebiliriz.
3. Düşüncelerle aramıza mesafe koyma
Psikolojik esneklik geliştirmek için yapabileceğimiz bir diğer şey de bir adım geriye gidip düşüncelerimizi uzaktan izlemek. Onların yalnızca birer düşünce olduğunu fark etmek. Gün içerisinde binlerce düşünce geçer aklımızdan. Bu demek değildir ki aklımızdan geçen her şey gerçek ve doğru. Ancak aklımızdan geçen her şeyi doğru kabul edersek bu sorun yaratır.
“Başarılı olamayacağım” düşüncesini ele alalım. Zaman zaman hepimizin aklına böyle bir düşünce gelebilir. Bu düşünceyi doğru kabul edersem, bu düşünceye inanırsam ne olur? Zaten başarısız olacağıma inandığım için başarılı olmak için hiçbir şey yapmam: namıdiğer Kendini gerçekleştiren kehanet.
Şimdi cümleyi şöyle kuralım:
“Başarılı olamayacağıma dair bir düşünceye sahibim ve bu sadece bir düşünce.”
Başarılı olabilirim de olmayabilirim de, henüz bilmiyorum. Ancak bunun yalnızca bir düşünce olduğunu yani kelimelerden ibaret olduğunu biliyorum. Sadece “başarılı olamayacağım” dersem, bu düşünceyle kaynaşırsam başarılı olamama ihtimalim bir hayli artar. Ancak bu düşünceyle arama mesafe koyarsam kendimi ihtimallere açarım. Başarılı olma ihtimalimin olmama ihtimalimle aynı olduğunu ve hangi ihtimalin gerçeğe dönüşeceğini belirleyecek olanın benim eylemlerim olduğunu fark ederim.
Pollyannacılığın tam tersi de Pollyannacılık kadar kötüdür
“Başarılı olamayacağım”, “İşe yaramıyorum”, “Hiçbir şeye yetemiyorum” gibi düşünceler bize kendimizi iyi hissettirmez. Bunlar belki doğrudur belki yanlıştır. Ancak bunu anlamak için onlara uzaktan bakmamız şart. Onları sorgulamadan doğru kabul ediyorsak hataya düşeriz. Burada iyi düşünelim, olumlu tarafından bakalım her şeye demek istemiyorum. Pollyannacılık değil yani. Ancak zaten onları sorgulamadan doğru kabul edersek de Pollyannacılığın tam tersi neyse onu yapmış oluyoruz ve bu da mantıklı değil. Pozitif ya da negatif taraflardan uzaklaşıp ortaya gelmeye, nötr olarak gözlem yapmaya ve sorgulamaya ihtiyacımız var. Sorgulamak iyidir. Sokrates’in dediği gibi: “Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez."
Düşüncelerim nehirdeki yapraklar gibi…
Düşüncelerimizle kendimiz arasına mesafe koymak için şöyle bir egzersiz yapabiliriz: Düşüncelerimizden ayrışmak için onların her birini nehirde yüzen yapraklara yerleştirdiğimizi hayal edelim. Nehirde bir sürü büyüklü küçüklü yaprak var ve hepsi nehirle birlikte akıp gidiyor. Düşüncelerinizin her birini birer yaprağa yerleştirin ve bırakın gitsinler. Yaprakların nehirde yüzmelerine izin verin.
Psikolojik esneklik geliştirmek için yapabileceğimiz başka şeyler de var. Ancak şimdilik burada kalalım. Bir sonraki yazıda devam edeceğiz…
Kommentare